ABD-ÇİN-RUSYA ÜÇGENİ NEREYE GİDİYOR?

26.08.2025

Batı’nın ABD-Rusya ilişkilerinde bir “reset” beklentilerine rağmen, Pekin ile Moskova arasındaki 250 milyar dolarlık ticaret ve derin işbirliği onları muhtemelen hayal kırıklığına uğratacaktır.

Büyük güçler arasındaki ilişkilerin yönü her zaman dünya düzenini belirlemiştir. Trump’ın ikinci döneminden beri birçok Batılı düşünce kuruluşu, 1970’lerde ABD Başkanı Nixon’ın Çin ile ittifak kurarak Sovyetler Birliği’ne karşı geliştirdiği stratejiyi taklit eden sözde “tersine Nixon” senaryosunu tartışıyor, hatta abartıyor. Bu görüşe göre, ABD bugün Rusya ile ittifak kurarak Çin’e karşı bir cephe oluşturabilir. Bu çevrelerin öne sürdüğü başlıca argümanlar şunlar: ABD’nin Rusya’ya yönelik yaptırımları kaldırması ya da kısmen kaldırması, kapsamlı bir ABD-Rusya uzlaşması, Ukrayna’da ateşkes sağlanması için baskı yapılması, Rusya’nın Ukrayna topraklarının bir kısmı üzerindeki fiili kontrolünün tanınması ve Rusya’nın G7 üyeliğine yeniden kabul edilmesi… Bütün bunlar karşılığında Rusya’nın Çin’den uzaklaşması isteniyor. Trump’ın Beyaz Saray’a dönüşünden sonraki adımlarının birçoğu bu önerileri yansıttı. Küresel medyada da bu konu büyük ilgiyle tartışılıyor; ancak çoğunluğun bu ihtimale pek iyimser bakmadığı açık.

Bu yıl 19 Mart’ta, Rusya ve ABD liderlerinin telefon görüşmesinden sonra TASS’ın Çin muhabiri bana şu soruyu sordu: “Batı kamuoyuna göre ABD-Rusya yakınlaşmasının amacı Çin’i çevrelemek. Siz ne düşünüyorsunuz?” Ben de hiç endişeli olmadığımı söyledim. Çin ile Rusya, olgun bir stratejik karşılıklı güven tesis etti. Biz Rus dostlarımıza güveniyoruz; tıpkı Rusya’nın da Çin’e tam olarak güvenmesi gibi.

Gerçekten de bugün Çin-Rusya ilişkileri oldukça olgun bir büyük güç ilişkisidir. Devlet Başkanı Xi Jinping Rusya’yı 11 kez ziyaret etti, iki lider farklı vesilelerle 40’tan fazla kez buluştu. Bu kadar sık ve yakın temas, iki ülke arasındaki güvenin derecesini göstermeye yeter. Çinlilerin ve Rusların büyük çoğunluğu da bundan memnun.

Amerikalı gazeteciler de bana benzer sorular yöneltti. Cevabım şu oldu: Çin ve Rusya liderleri birer devlet adamıdır; siyasetçi ya da hele hele işadamı değildir. Devlet adamlarının özelliği, uzun vadeli vizyonları ve kendi uluslarının, bölgelerinin ve hatta tüm insanlığın çıkarlarını gözetmeleridir.

Putin bunu çok net görüyor ve defalarca Batı’nın başarısız olduğunu, geleceğin Çin’in temsil ettiği Asya’da olduğunu söyledi. Çin ve Rusya liderleri, ikili ilişkilerin gelişimini doğrudan stratejik bir bakışla yönlendiriyor. Bu da sürekli derinleşen güveni, giderek artan işbirliği sonuçlarını ve köklü kardeşlik bağlarını doğuruyor. Zaman zaman küçük çelişkiler çıksa da, bunlar daha çok “kardeşçe” anlaşmazlıklar gibi oluyor ve iki taraf da güven temelinde bunları çözmeye çalışıyor.

Ayrıca Çin ve Rusya’nın birer “medeniyet devleti” olduğunu vurguladım. Her ikisinin de köklü kültürleri ve milletleri var. Tarihin büyük çalkantılarında yoğrulmuş, kolektif çıkarları önemseyen, aile ile devleti birbirine bağlayan kültürel bir mirasa sahipler. Çaykovski’nin “Andante Cantabile”inden Abing’in “Ay Işığıyla Parlayan Er-kuan Pınarı”na kadar, iki millet de acılarını manevi bir zenginliğe dönüştürme kabiliyetine sahiptir. “Sarı Nehir Kantatı”ndan “Kutsal Savaş”a kadar, Çin ve Sovyet halklarının 80 yıl önce verdikleri kanlı mücadelelerin, faşizmi yenme ve ulusal kurtuluş için savaşma azminin yankılarıdır bunlar.

Bu tür bir kolektif hafıza ve milli karakter, ABD gibi ülkelerde yoktur. Bu yüzden Çin-Rusya ilişkilerinin bugünkü derinliği, genişliği ve potansiyeli, ABD’nin ya da ABD’nin “ticaret kafasıyla” hareket eden liderlerinin kavrayamayacağı düzeydedir.

7 Mayıs’ta, Xi Jinping’in Rusya ziyaretinden hemen önce, Washington Post muhabiri bana şunu sordu: “Trump yönetiminin Putin ile yakınlaşması Çin-Rusya ilişkilerini etkiler mi? Çin, bu zirveyi Rusya’nın Çin’den koparılmadığını göstermek için mi kullanacak?” Ben de, Çin’in aslında ABD-Rusya ilişkilerinin iyileşmesinden memnun olduğunu söyledim; çünkü bu genelde dünya barışına katkıdır. Ayrıca Trump’ın bir savaş kışkırtıcısı olmadığını, bitmeyen savaşların ABD’nin ulusal gücünü tükettiğini düşündüğünü, bunun da takdir edilecek bir tavır olduğunu ekledim.

Xi Jinping’in bu ziyareti, faşizme karşı zaferin 80. yıldönümünü anmak içindi. Çin ve Rusya, Asya ve Avrupa’daki ana cepheler olarak on milyonlarca kayıp verdiler ve insanlığın kurtuluşuna muazzam katkı yaptılar. Bu zafer, BM Şartı’na dayalı uluslararası düzenin temelini attı. Ziyaret sırasında Xi ve Putin ortak bir bildiri yayımlayarak, Çin ve Sovyetler’in faşizme karşı mücadelenin iki çekirdek gücü olduğunu vurguladılar. Ayrıca günümüzde de İkinci Dünya Savaşı tarihinin çarpıtılmasına kesinlikle karşı olduklarını açıkladılar. ABD Savunma Bakanı Hegseth’in Iwo Jima hakkında yaptığı, Japon askerlerini “kahramanlık örneği” olarak nitelemesi büyük tepki topladı. Bu, tarih bilmezlikten mi yoksa siyasi niyetten mi kaynaklandı, tartışmalı. Ama açık olan, böylesi bir tarih çarpıtmasının kısa vadeli çıkarlar uğruna yapılmasının geri tepeceğidir.

Xi Jinping’in ziyareti ABD’ye karşı ortak bir tavır mıydı? Hayır. Çin-Rusya ilişkilerinin üç özelliği var: ittifaksızlık, çatışmasızlık ve üçüncü tarafı hedef almama. Bu, yeni tip büyük güç ilişkilerinin örneği olabilir. Biz, ABD ile Çin ve Rusya’nın da böyle ilişkiler geliştirmesini umuyoruz.

Çin-Rusya “Kapsamlı Stratejik İşbirliği Ortaklığı” 2019’da ilan edildi. O günden bu yana ticaret, lojistik, enerji, teknoloji, tarım gibi her alanda derinleşti. 1991’de 5 milyar dolardan az olan ikili ticaret, 2024’te 250 milyar dolara ulaştı. Rusya, Çin’in üçüncü en büyük tarım ürünleri tedarikçisi oldu. Yapay zekâ, kuantum iletişimi, havacılık-uzay, biyoteknoloji, yeşil enerji gibi alanlarda da işbirliği artıyor. Çin üretimi otomobiller ve elektronik ürünler Rusya pazarında hızla yayılıyor.

Ayrıca uluslararası düzenin reformu da işbirliğinin ana alanlarından biri. Rusya daha “devrimci” bir yol izlerken, Çin “reformcu” bir çizgide ilerliyor. ABD ise Biden döneminde tek kutuplu düzeni korumaya çalıştı, Trump döneminde ise bu yükü taşıyamayacağını düşündü. Bugün çok kutupluluk artık gerçek; fakat çok kutuplu bir düzen tam anlamıyla kurulmuş değil. Çin ve Rusya, adil, demokratik ve işbirliğine dayalı yeni bir dünya düzeni kurma misyonunu paylaşıyor.

9 Mayıs sabahı Kremlin çanları çalarken Sovyet Büyük Vatanseverlik Savaşı zaferinin 80. yıldönümü kutlamaları başladı. Çin Başkanı, 20’den fazla ülke lideriyle birlikte baş tribünde yer aldı. Çin Halk Kurtuluş Ordusu tören kıtası da Kızıl Meydan geçidine katıldı. Bunu izlerken, 1941’de cepheden gelen Sovyet askerlerinin doğrudan savaşa gittiği o ünlü Kızıl Meydan geçidini hatırladım. Aynı şekilde, 1949’da Yeni Çin’in kuruluş töreninde, cepheden gelen askerlerin Tiananmen’de yürüyüş yapıp kısa süre sonra yeniden cepheye gitmesini de hatırladım. Sovyetler Birliği, Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanıyan ilk ülke olmuştu. İşte bu ortak hatıralar, ortak çıkarlar ve ortak misyon, Çin-Rusya ilişkilerinin bugün yeni bir zirveye ulaşmasının temelini oluşturuyor.

Çeviren Adnan DEMİR