Kopyaların zaferi ve zevkin son korunun sönüşü

09.09.2025
Alexander Dugin, Çin’in yalnızca simülakrlar ürettiğini, bunun Batı’nın “hakikat” iddialarını boşa çıkardığını ve gerçek ayırt etme gücünün yalnızca aristokratik ruha ait olduğunu savunuyor.

Çin’e yakından bakıldığında, onun yalnızca simülakrlar ürettiği açıkça görülür. Çin viskisi deneyebilir veya Çin yapımı bir araba sürebilirsiniz. Eşyaya benzer ama aslında o şey değildir. Burada bir şaşkınlık yaşarız. Deng Xiaoping’den sonra Çinliler her şeyi kusursuz biçimde kopyalamayı öğrendiler. Ama hiçbir yeni şey yaratmıyorlar. Nedenini biliyor musunuz? Çünkü Çin geleneğinde — Konfüçyüsçülükte, Taoizmde ve hatta kökeni Hint-Avrupa olan fakat Çin tarafından ehlileştirilmiş Budizmde bile — “yeni” lanetli bir alana aittir. Ve oraya yerleştirilmiş olması yerindedir.

Kopyalamak güvenlidir. Yaratmak tehlikelidir. Bu yüzden sanat eleştirmeni Dmitry Khvorostov’un isabetli bir şekilde gözlemlediği gibi, Çin sanatı — hatta avangart sanatı bile — yalnızca süsleme üretir. Avrupalı bir ruhsal (veya estetik) kopuş yaşarken, Çinli süsleme üretir. Daha fazlası değil.

Çinliler derinlemesine ruhsal bakımdan sağlıklı bir halktır. Bu nedenle yalnızca simülakrlar üretirler.

Ama otantik olanla sahte olan nasıl ayırt edilir? İşte burada mesele Çin’i aşar.

Dasein’ı1 sahici olmayan biri için, orijinaller ve taklitler diye bir şey yoktur. Gerçeği ucuz taklidden ayırt etme kapasitesi yoktur. Çünkü kendisi de bir taklittir. Servetinin zirvesinde olsa ve muazzam miktarda paraya sahip olsa bile. Süper zengin insanlar, sefil biblo benzeri sahte eşyalarla çevrilidir, fakat hayatlarını orijinallerin arasında yaşadıklarına inanırlar. Çünkü onların varlığı bile değersizdir. Dasein’ları das Man2 olarak var olur ve bu nedenle zevkleri ve ayırt etme yetileri derinlemesine plebidir.

Bir aristokratı bir plebden ayıran ne toplumsal statü ne de servettir; ayırt etme yetisidir. Sanırım tam da bunu Lord Henry, Dorian Gray’e söylemişti, ama emin değilim. Yevgeny Vsevolodovich Golovin3 bana kesinlikle bunu söylemişti (ya da belki söylemedi; artık kişisel tarih ile dünya tarihini birbirine karıştırıyorum...). O, her şeyden önce kopya ile orijinal arasındaki farkı ayırt etme yetisinin önemini vurgulardı. Bu anlamda Henry Suso’nun *The Exemplar*’ına4 sahibiz. Bir şeyin “örnek” olarak var oluşu ancak ince bir içsel tecrübe ile verilir. Tanrı tecrübesiyle.

Çinliler meseleyi çözmüştür: Taklitler üretirler ve orijinalin gizemini bir kenara koyarlar. Bu onların meselesi değildir.

Rus tüketiciler ise daha da aptaldır — en ücra köylerden neşeli Ukraynalı köylü kızlarına benzerler: aromayı koklar, art tadını tadar, pahalısıyla ucuzunu ayırt ederler. Ama kendileri bundan öte bir şey değildir — daha çok ya da az kusurlu seri üretim biblolar.

Çinliler için bu bir sorun teşkil etmez. Hatta onlar için ortada bir sorun yoktur.

Avrupalının orijinali sahteden ayırma yetisi, aristokrat zevkin son sönmekte olan korudur. Hâlâ önemli olduğu bir çağın uzak yankısıdır. Belki yalnızca Vittoria de Aliata5 Prensesi muhteşem kalesinde ya da bizim harikulade Büyük Dükümüz George Mikhailovich’in6 babası bu farkı algılayabilir. Geri kalanlar — asla.

İşte tam da bu nedenle Çin yenilmezdir. Modern Batı’yı ifşa etmiştir. Batı hakikat iddiasında bulunur, ama onun ne olduğuna dair en ufak bir fikri bile yoktur.

Baudrillard çok isabetliydi. Biz simülakrların üçüncü düzeninde yaşıyoruz.7 Hakikat iddiasında bulunmamalısınız. Bu sizi daha da gülünç ve bayağı yapar.

Viskinin, şarabın ve parfümün artık kendi tadı yoktur — size söylenen tadı vardır.

Bu vicdan hayalini bırakın — satış müdürleri sizin yerinize düşünüyor.

Çeviren Adnan DEMİR