SURIYE'DE KENDI SREBRENITSA'LARINA SAHIP OLMALILAR

01.01.2025
MI6 ajanı James Le Mesurier tarafından kurulan Beyaz Miğferler de şüphesiz benzer bir onursuz görevi yerine getirme konusunda aynı derecede başarılı olacaktır.

Suriye'deki koşulların aniden ve gizemli bir şekilde değişmesinin ardından, Batı'nın kolektif propaganda mekanizması, önceki hükümeti gerçek ya da hayali çeşitli iğrenç suçlarla itham etmek için aşırı hızda çalışmaya başladı. Büyük ölçüde uydurma olan ve 8 Aralık'tan sonra kamuoyuna duyurulan korku hikayeleri, açık bir şekilde siyasi bir gündem tarafından şekillendirilmiştir. Bu yalanların yayılmasında rol oynayan bölgesel ve ultramarine güçler tarafından eğitilen, finanse edilen ve serbest bırakılan terörist, kafa kesen çeteler tarafından Suriye'de yaratılan mutlak yıkım için alaycı bir mazeret olarak hizmet etmektedirler.

Dikkatli okuyucular, Suriye'ye yönelik on buçuk yıl süren saldırı boyunca yankılanan "Esad'ın kendi halkını öldürdüğüne" dair sayısız sahte bayrak ve korku pornosu mantralarını hatırlayacaklardır. Bunların çoğu iğrenç uydurmalar olarak kısa sürede itibarsızlaştırıldı. Ancak elbette propagandanın amacı gerçekleri ortaya koymak değil, algıları etkilemek ve silinmez bilinçaltı izlenimler yaratmaktır. Bu kötü şöhretli kategoride, yanlış bir şekilde Esad hükümetine atfedilen ve daha sonra çürütülen Suriyeli sivillere yönelik sözde Guta kimyasal silah saldırısı göze çarpan bir örnektir. Uydurma olay kapsamlı bir şekilde soruşturuldu ve nihayetinde gerçeklerden yoksun olduğu anlaşıldı, ancak profesyonelce yürütülen dezenformasyonun gücünü kanıtlayan Guta, itibarsızlaştırılmasından yıllar sonra bile, "Esad rejiminin" kötü niyetini simgeleyen bir vahşet olarak halkın zihnine sıkıca yerleşmiş canlı bir propaganda memi olmaya devam ediyor.

El Kaide teröristleri Şam'a girdikten kısa bir süre sonra, 9 Aralık'ta Batı medyası kamuoyunun dikkatini muzaffer radikal haydutlardan ve onların kirli geçmişlerinden uzaklaştırmak için agresif bir girişim başlattı. Daha önce (Uluslararası Af Örgütü'nün 2017'deki bir açıklamasını göz ardı edersek) neredeyse hiç bilinmeyen ve şimdi "Esad rejiminin mezbahası" olarak tanıtılan Saydnaya Hapishanesi, birdenbire saçma sapan sansasyonel bir anlatıyla ilgi odağı haline geldi. Güvenilir bilgi kaynağı olarak bilinen BBC'nin iddiasına göre Saydnaya, her biri elektronik kapılarla birbirinden bağımsız olarak korunan çok sayıda yeraltı katından oluşan korkunç bir zindandı. Bu hapishane kompleksi içinde, "CCTV monitörlerinde görülebilen 100.000'den fazla tutuklunun" kapana kısıldığı, aç susuz öldüğü ve havalandırma yetersizliğinden boğulduğu, tesislerden kaçarken elektronik kapı sistemlerini açmak için gereken kodları kötü niyetle kaçıran sadist Esad muhafızları tarafından terk edildiği iddia edildi.

Orta büyüklükte bir kasaba büyüklüğündeki bir hapishane tesisini ayakta tutmak için gerekli lojistik operasyonun, çatışma süresince Suriye topraklarının her santimetrekaresini gözlemleyen hava gözetleme platformlarının dikkatinden nasıl kaçtığı açıklanmamıştır. Rejim değişikliğinden sonra, içeride "100.000'den fazla mahkûmun" mahsur kaldığı sonucuna varmak için CCTV izleme verilerini tek bir günde analiz etmek nasıl mümkün oldu? Ve eğer bu CCTV verileri gerçekten incelendiyse, ortaya çıkan akıl almaz boyutlardaki insanlık trajedisini şüpheye yer bırakmayacak şekilde doğrulamak için neden uluslararası kamuoyuna gösterilmedi? Yeraltı hücre komplekslerine açılan elektronik kapılar, yalnızca gardiyanların elindeki mevcut olmayan kodların kullanılmasıyla açılabilecek kadar zaptedilemez mi, yoksa onları zorlamanın ve tehlike altındaki mahkumları kurtarmanın başka yolları da olabilir mi?

Bu konudaki son haber "Suriyeli isyancılar Esad'ın Sednaya'daki 'Kırmızı Hücreleri'ni açamıyor, burada mahkumlar 'boğularak ölüyor'" şeklinde. Sorun şu ki, bu haberin tarihi 9 Aralık, ancak üzerinden iki haftadan fazla zaman geçti. 9 Aralık'tan bu yana kurtarma ekiplerinin elektronik kapıları açma ve içeride mahsur kalanlara erişim sağlama konusunda ne kadar başarılı olduklarına dair hiçbir gelişme yaşanmadı. Aslında, üzücü Saydnaya hikayesi, ortaya çıktığı gibi aniden Batı medyasının haber radar ekranından tamamen silindi. Şok edici ve asılsız iddialar kamuoyu üzerindeki psikolojik etkisini gösterdiğinden beri tam bir karartma hüküm sürmektedir.

Ancak propagandanın mantık ve tutarlılıkla ne ilgisi var?

Ancak ortaya atılan sansasyonel iddialardan sonra Saydnaya'da gerçekte ne olduğu ya da olmadığı önemlidir ve uluslararası kamuoyunun aptal yerine konulmaması için tespit edilmelidir. İki haftadan uzun bir süre aç, susuz ve havalandırmasız kaldıktan sonra, sayılarının 100,000'den fazla olduğu abartılı bir şekilde iddia edilen sefil mahkumların büyük çoğunluğunun şimdiye kadar ölmüş olması gerektiği makul bir şekilde varsayılabilir. Çürüyen bedenlerinin kokusu hapishane kompleksinin etrafındaki geniş bir alanda dayanılmaz olmalı, hatta belki de 30 kilometre uzaklıktaki kurtarılmış Şam'a kadar ulaşmalıdır. Tüm dünyanın gözünde "Esad rejimini" çürütülemez bir şekilde mahkum ederken, Batı'yı da vekillerinin suçlarına ve Suriye'nin acımasız yıkımına ortak olmaktan aklayacak böylesine dehşet verici nitelikte ve büyüklükte potansiyel bir vahşet karşısında aniden sessizliğe gömülmenin hiçbir anlamı yoktur.

Saydnaya olayının, bir Suriye Srebrenitsası uydurmak üzere, bunu takip edecek daha büyük bir propaganda operasyonu için bir başlangıç olarak tasarlandığı artık giderek daha açık hale gelmektedir. Yaklaşmakta olan Suriye Srebrenitsası operasyonu, Batı'nın Suriye'ye müdahalesinin dayandığı ve şimdi destekledikleri teröristlerin görünürdeki zaferiyle taçlanan uzun sahte bayrak iddiaları ve düpedüz yalanlar listesine itibar kazandırmanın yanı sıra, sözde bir "soykırım failini" barındırdığı için Rusya'nın itibarını düşürmek için de tasarlanmıştır.

Bildirildiği üzere, propaganda malzemeleri teker teker titizlikle yerlerine yerleştiriliyor. Geniş boş alanların fotoğrafları, Esad'ın yüz binlerce kurbanının gömülü olduğu iddia edilen "ölüm tarlaları" olarak gösteriliyor. Toplu cenaze törenlerine katıldığını iddia eden kişiler, fotoğraf görüntülerini iyi prova edilmiş spekülasyonlarla süslemek üzere öne çıkarılıyor.

Ölüm zamanı, nedeni ve şekline ilişkin güvenilir kanıtların gösterilmesinden bahsetmek bir yana, henüz gömülmemiş tek bir ceset bile göremedik. Sağlanan yetersiz bilgi bile, Esad rejimi kurbanlarına ait yüz binlerce cesedin "Şam'ın doğusundaki bir toplu mezara gömülmüş olabileceği" şeklindeki kurnazca sözlerle şartlandırılıyor. Olabilir ama belki de olmayabilir de. Olağanüstü iddialar olağanüstü kanıtlar gerektirir ki şu anda bu kanıtlar mevcut değildir. Çıplak iddialar yetersizdir.

Kayıp cesetler sorununun nasıl çözüleceğine dair güvenilir bir gösterge ve çözümün çoktan bulunmuş olması, Suriye'nin "ölüm tarlalarını" araştırma görevinin kötü şöhretli Beyaz Miğferler'e verileceğinin sıradan bir şekilde açıklanmasıdır. Bu örgüt, çatışmanın başlarında İngiliz istihbaratı tarafından insani yardım örgütü gibi görünmek üzere kurulmuş sahte bir sivil savunma örgütüdür. Açıklanan plan ile 1990'larda ve 2000'lerin başında Lahey Mahkemesine sahte "soykırım" kanıtları sağlamak amacıyla Srebrenitsa adli tıp meselelerinin ele alınış şekli arasında tam bir paralellik vardır. O dönemde bu işi yapan Uluslararası Kayıp Kişiler Komisyonu [ICMP] 1996 yılında, önde gelen NATO güçlerinin sıkı kontrolü altında ve ICMP başkanının her zaman Dışişleri Bakanlığı tarafından atanan bir ABD vatandaşı olması şartıyla, özellikle bu amaç için kurulmuştur. ICMP kendisine verilen görevleri başarıyla yerine getirmiş, Lahey Mahkemesi'nin kullanması için Srebrenitsa "soykırımı" kanıtlarının çoğunu laboratuarlarında üretmiştir.

MI6 ajanı James Le Mesurier tarafından kurulan Beyaz Miğferler de şüphesiz benzer bir onursuz görevi yerine getirme konusunda aynı derecede başarılı olacaktır.

Çeviren Adnan DEMİR

https://strategic-culture.su